2 Ocak 2010 Cumartesi

Küba Günlüklerim - 3. Gün

2 Ocak 2010: Geceden saati kurmamıza rağmen henüz çalmadan uyandık sabah erkenden yeni yolculuk heyecanıyla olsa gerek. Taksi ayarlayıp Manuel’le vedalaşıp Viazul* otogarına doğru yola çıktık. Taksinin ilerlediği yolları bilir, yönümüzü tayin eder olmuştuk iki günde. Viazul garı Vedado’da Devrim Meydanı’na yakın sayılır. Oradan arabayla geçerken bir önceki günün yorgunluğu ve sıcağı geldi aklıma.

Viazul ofisi birçok farklı dil konuşan turistlerle dolu. Kapının önünde küçük Lada taksiler beklemekte; her birinin şoförü sırayla yanımıza gelerek Vinales’e (Vinyales) götüreceği fiyatı teklif ediyor turistlere. Biz biletimizi henüz Londra’dayken almıştık. Baran bina içerisinde internet çıktısını bilet ile değiştirirken ben valizlerin başında taksicilere taksilerine ihtiyacımız olmadığını anlatmak zorunda kaldım; kısaca “No” diyerek. Birkaç turistle anlaşıp bizden önce yola koyulanlar oldu bile. Bense o şehirlerarası üç buçuk saatlik yolculuk için nasıl olur da en az 20 yıllık Lada taksilere güvenip binerler inanamıyorum. Kendi ülkelerinde “Health and Safety” diye en ufak bir olayda ortalıkları kaldıranların burada Lada taksi ile kaza yapmaları halinde sigorta şirketlerinin bile ödeme yapacağından süpheliydim.

Nihayet valizleri görevliye teslim edip, tıpkı uçaktaki gibi, otobüse doğru ilerledik. Bu sırada kahvaltı yapmadığımız aklıma geliyor ve kafeteryada tek yiyecek olan ekmek arası jambondan yaptırıyoruz. Hayatta yediğim en kötü sandviç; ama yedim, hatta bitirdim. Otobüsler Küba’nın en lüks otobüsleri olmasına rağmen bana çocukluğumda İzmir-Burhaniye arası bindiğim otobüsleri hatırlattı. Koltuk numarası bilette yazsa bile, yoktu. Ortamdaki tuhaflıklar karşısında bir an diğer yolcularla gözgöze gelip gülümsüyorduk anlarcasına kafalarımızdan geçenleri. Yola koyulduktan bir süre sonra hemen hemen herkes uyumuştu. Bense bir an için bir görüntü kaçırmamak için pür dikkat etrafı izliyorum.

Şehirden çıktıktan sonra her yol birleşim yerinde insanlar bekleşmekte yol kenarlarında yanlarında çocukları, çantaları ve hatta bazısı köpekleriyle. Bunlar camion (kamyon) dedikleri arkasına oturma yerleri yapılmış, üstü brandalı bildiğimiz kamyonları ya da kendi peso otobüslerini(Astro) bekliyorlar. Boş yer olsa dahi bizim bindiğimiz Viazul tipi otobüslerle yolculuk yapmaları yasak. Zaten fiyatı onlar için çok yüksek. Bir de sarı giysili Amarillo denilen görevliler var ki bunlar geçen arabaları durdurup onun gittiği ve senin gitmek istediğin yöne göre seni araca yerleştiriyor ve az bir ücret karşılığı bol muhabbetle yolculuk yapabiliyorsun. Bizim yolculuk için halk yöntemlerini seçmememizin tek amacı vaktimizin darlığı. Arıza yapan bir otobüs ve olmayan ortak bir dil tatilimizi tamamen değiştirebilir. Risk almamayı seçmiştik; pişman da olmadık.

İki saati geçmişti ki otobüsümüz Laz Terrazas ayrımına döndü. Heryer yemyeşil. Alışık olduğumuzdan çok farklı bir bitki örtüsü sağlı sollu yol kenarlarından sarkmakta. Bir süre sonra muhteşem bir göl kıyısında mola verdi otobüs. Barakalardan oluşan ekolojik bir köy burası ve Çinli dolu. Hemen göle doğru koştuk inince; öyle sakin ve huzur dolu bir yer ki cennet resmedilse burası olur. Çöp tenekeleri bile palmiye ağacı yaprağından. 1968'de planlamaları yapılan ve büyük bir özenle kurulduğu belli olan çevreye duyarlı bu eko-köy bugün ne kadar turistlere yönelik ne kadar Kübalılara tartışmaya açık.




 Bulutlanmaya başlayan hava bu bölgeye mi özgü; yoksa Londra’dan güneş bulmak için kaçtığımız Küba tropik iklimi nedeniyle dün tenimizi yakarken bizi üşütecek mi bugün? Bunları tartışarak geriye kalan 45 dakikalık yolu da tamamlayıp Viazul dakikliğiyle saat iki civarı Vinales’e varıyoruz. Otobüs meydanda durdu ve birden etraf ellerinde beyaz kağıtlar tutan insanlarla doldu. Hatta dikkat edince birisinde “Casa Lumino** – Denis” okunuyor. Kağıdı tutan kadına el salladık bizimki diye sevinerek; ama kadın anlamıyor ve hala diğer 50-60 kişiyle birlikte elindeki A3 kağıda yazılı ismi heyecanla kaldırmaya devam ediyor. Böyle bir görüntüyle hiç karşılaşmamıştık daha önce, havaalanlarının bekleme salonlarında bile. Valizleri alıp önümüzü kesen diğer casa sahiplerine “No” deyip Lumino’nun yanında bittik “Hola” diyerek. Hemen sarılıp öptü bizi ve eliyle takip edin işareti yapıp İspanyolca konuşarak etrafı anlatmaya başladı anlamadığımızı bildiği halde.

Birkaç dakika yürüdükten sonra evlerin arasından dar bir patika yolla Lumino’nun evine yani önümüzdeki üç geceyi geçireceğimiz casa’mıza vardık. Balkonda oturup taze sıkılmış meyve suyu içerken bir yandan da kayıt-imza işlerini oğlu Heriberto ile yarı İngilizce yarı İspanyolca tamamladık. Çok neşeli, samimi, sevgi dolu ve misafirperverler. Hatta biz oradayken çarşafları değiştirecek kadar da aileden hissettirdiler. Nerdeyse etrafı görmekten vazgeçip onlarla oturup muhabbet etmeyi tercih edeceğiz.




 Akşamüzeri olmuştu bile Hotel Jasmine’ye yürüyüşe başladığımızda. Otoyol kenarından yürümek zevkli olmadığı gibi sürekli yokuş yukarı; ama bir saat sonunda gördüğümüz manzara bize o yolu her gün yürütecek kadar güzel. Mogoteler***, tütün bahçeleri, tek katlı küçük evler, atlar, inekler, eski tip arabalar ve göz alabildiğince yemyeşil doğa... Dönüş daha hızlı oldu; ama uğramak istediğimiz tütün evi kapanmış bile. Ana cadde üzerindeki canlı müzik yapan kafede de yer bulamayıp, çünkü tüm turistler bizden önce dönmüştü gezilerinden, yolun karşısındaki yeni açıldığı belli olan diğer kafeye oturup yorgunluk kahvemizi içtik. Havana’dan sonra burası oldukça sakin, dinlendirici, güven verici ve serin.




Akşam yemeğini Lumino hazırlamış, harika bir yengeç yemeği, tatlı patates, siyah fasülyeli pilav (Moros & Cristianos), salata ve meyvenin yanında içimiz ısınsın diye de çorba yapmış. Hayatımızın en büyük ve lezzetli yengecini ve diğer tüm yemekleri Lumino’nun muhabbeti eşliğinde balkonumuzda yeyip canlı müzik olan Patio del Decimista’ya gittik. Beş kişiden oluşan müzik grubunun yaş ortalaması 50'nin üzerinde. Her biri birbirinden yetekli ve yılların verdiği müzik tecrübeleriyle bu yaşlarında sadece bahşiş toplayarak akşamları bar balkonun bir köşesinde çalan bu insanları hayretle dinliyoruz tüm gece boyunca. Üç şarkıda bir masaları gezen bahşiş kutusuna gerek birkaç CUC/peso attık gerekse kendi ortamlarında kaydettikleri ve ancak eve döndüğümüzde dinleyebileceğimiz CD'lerinden satın aldık. Yaklaşık on ufak masadan oluşan bu barda, Havana'dakilerin aksine Kübalılar da oturup müzik dinleyebiliyorlar. Bir kısım insan ise oradan geçerken balkonun önündeki kaldırımda arabalara yaslanıp çoluk çocuklarıyla birkaç şarkı dinleyip yollarına devam ediyorlar. Grubun solisti 70'lerinde olmasına rağmen bir çırpıda dans ediyor, ara verildiğinde çantasından sokak köpeklerine yiyecekler çıkartıp onları besliyor, hatta yol kenarında kendilerini izleyen çocukları bara gönderip içecek ısmarlıyordu. Biz de şaşkınlık içerisinde bu güzel adamları merakla takip ediyoruz daha neler yapacaklar diye. Grubun arkasındaki sandalyede oturan kadını, ancak gitar çalan kişinin bir aşk şarkısında ona doğru dönüp şarkıyı söylemesinde farkettik. Eşi veya sevgilisi olmalı, ve sessizce sandalyesinde oturup gözünü kırpmadan dinliyordu normal ev kıyafetleriyle. Herşey inanılmayacak kadar doğal Küba'da. En gizemli grup elemanı 60'larında en az, sürekli saatine bakıyor, ara verdiklerinde müzik enstrümanlarını toplayıp balkondan aşağı inip karanlık sokakta kayboluyor, bir 10 dakika sonra tekrar geri gelip enstrümanlarını yerleştiriyor ve grubun etrafa dağılmış diğer elemanlarına çıkışıp yine saatine bakıyordu. Her ara verdiklerinde bu şekilde davranması oldukça garibimize gitti. Diğer genç müzisyen ise, kendisini dinlemeye gelen sevgilisini en ön masaya oturtmuş, içecek ısmarlamış ve her ara verildiğinde yanına gidip sohbet ediyordu. Biz de Baran'la bir küçük Küba kasabasında böylesine güzel müzik yapan bu grubun İstanbul'da bir konsere davet edilmesi halinde biletlerinin en az 50 TL'den satılacağı ve Vinales'te bir gecede kazandıklarıyla, İstanbul konseri sonrası kazançlarının ne kadar farklı olacağı hakkında yorumlar yaptık müzik aralarında mojiholarımızı ufak plastik bardaklarda yudumlarken.

Ertesi günün planını yapıp, Lumino'ya kahvaltıyı sabah 8'de hazırlamasını rica ettik. Güzel geçirmiştik Vinales'te ilk günü ve geceyi.

* Viazul; turistlere hizmet veren Küba şehirlerarası otobüs şirketi. Dakikliği, serin klimaları ve yoğunluğu ile meşhur. Araba kiralamanın bir turist için pek akıllıca olmadığını, yollarda trafik işaretleri, levhaları bulunmadığını ve trafik kuralları olmadığını okumuştuk forumlarda. Viazul biletleri internetten de satılmakta.

** Casa Lumino'yu bulmamın hikayesini anlatmadan edemem. Kalacak yer ararken trip advisor sitesinden yorumlara da bakarim genelde. Üst sıralarda yer alan birkaç casa’ya e-posta göndermiştim; şu günler arası Vinales'te olacağız, yeriniz var mı diye. İnternete erişimleri kolay olmadığından hemen cevap vermelerini beklemiyordum; ama birinden anında cevap geldi; C. isimli bir bayandan. Kanada'da yaşadığını, bir sene önce Lumino'da kalıp onları çok sevdiğini, Kanada’ya döndükten sonra Casa Lumino adına e-posta adresi alarak onlara internet üzerinden müşteri ayarladığını ve birkaç güne kadar Lumino'yu telefonla arayarak benim için oda durumunu kesinleştireceğini yazıyordu. Çok etkilenmiştim bu durumdan; akrabası, arkadaşı olmayan bir kişinin sadece birkaç günde tanıdığı bir insana böylesine yardımcı olması her an karşılaşılacak bir olay değildi günümüzde. C. İle birkaç defa daha yazıştık gitmeden önce Küba’ya; bize hemen hemen her konuda tavsiyelerde ve öğütlerde bulundu biz daha sormadan. Mümkünse oradakilere pek yaygın ya da ucuz olmayan bazı gerekli malzemelerden götürmemizi tembihledi hediye olarak; örneğin İspanyolca gazete/dergi, kalem, sabun, ilaç, kullanılmayan giysi gibi.

*** Mogote; Dinazorlar döneminde oluştuğu bilinen ve kıyıya yakın yerlerde görülen kalkerden tepecikler. Dünyada sadece Küba’da ve Çin’de bu doğal yapılara rastlanılmış. Yüksekliği 25 metreyi geçmeyen bu köşeleri yuvarlanmış yapıların genişliği ise 10 ile 200 metre arasında kaydedilmiştir. İç kısımlarında mağaralar, şelaleler ve göller bulunabilen bu tepeler yürüyüş, tırmanma ve mağaracılık için mükemmel yerler.

Hiç yorum yok: